31 Temmuz 2010 Cumartesi

HÜZÜN KOKULU BUZ MAVİSİ GÜLLER

Buz mavisi... Önündeki buza uzun uzun baktı. Nasıl da pırıl pırıldı. İçindeki birçok hava kabarcığı inci taneleri gibi görünüyorlardı. Çizgiler ise incilerin dizildiği ipleri andırıyorlardı. Buz; pırıl pırıl parlak olmasına ve ilk anda saydam gözükmesine rağmen... bir yanından öbür yani gözükmüyordu. Sanki beyaz bir bulut kümesi mavi camın arkasına gizlenmiş gibiydi. İşte gizemli buz mavisi buydu.
Geçirdiği günler de buz mavisiydi.
Buz gibi parlak,
Buz gibi mavi,
Buz gibi gizemli,
Buz gibi güzel
En önemlisi buz gibi soğuktu. Hüzün kokusunu ilk o günlerde duymuştu. Buzdan oluşmuş buz mavisi güllerin hüzün kokusunu.
Aşkın sıcaklığı, acının ateşine;
Mavinin güzelliği, buzun soğukluğuna;
Sevginin güneş parlaklığı, bulutlu buz gizemine dönüşmüştü. Bütün bu duygular birbirine öylesine girift olmuştu ki, ayırtetmek mümkün değildi.
Sevmekle nefret etmek,
Gitmekle kalmak,
Yaşamakla ölmek,
Aşkla acı arasında gidip geliyordu. Onun ağzından dökülen sevgi sözcükleri, kalbinin buza dönüşmüşlüğünü eritiyor; sevgiyle çarpmasına, coşmasına neden oluyordu. Ancak;
Göz açıp kapayıncaya kadar
Gündüz gece,
İyi kötü,
Aydınlık karanlık,
Sıcak soğuk oluveriyordu. Sevginin sıcaklığı ile eriyen buzlar; pencere önünde geçen yalnız saatler, gece ve günlerde yeniden oluşuyordu.

Bir gün buzun tamamen erimediğini fark etti. Bir kanser hücresi gibi çoğalıyordu. "Sevginin herşeye yettiği inancımı kaybettiğimden" diye düşündü. Giderek eriyen, azalan sevgisine yardım edemiyor; oluşan buzları eritemiyordu.
-“Bir ışık" dedi kendi kendine. "Bir umut" diye düşündü. Oysa biliyordu. Bugüne kadar yaşadıklarını ve çevrelerinde giderek daralan çemberi düşündü.
—“Umut biziz" dedi yine kendi kendine. Çemberi kendileri kırmalıydılar.
Omuz omuza, el ele, yürek yüreğe. Oysa yalnızdı. Yalnız geçen gecelerdeki saatlerin sayısı giderek artıyordu. Yalnızlığını bastırmak, yalnızlığından kurtulmak istiyordu.
—“Yalnızlık düşmanım değil" dedi. Yüksek sesle düşünüyordu. Düşmanı ihanetti. İhanet salt bir kavram değildi. Bir eylemdi. Yaşanan bir gerçek. Dünyada hemen herkesin bir kez olsun tattığı, ama asla tadından hoşlanmadığı bir yaşam kesitiydi. İhanet canlı değildi. Elle tutulup, gözle görülmüyordu. İhaneti yaşatan sevdiğiydi. Kapı açılıyor; ihanetinden ve sevgisinden oluşmuş hüzün kokulu buz mavisi güllerden her gün bir tanesini getiriyor; ellerine bırakıyordu.
O'nu ne zaman sevmeye başlamıştı, bilmiyordu. O'nun ne zaman "Seni seviyorum" dediğini de hatırlamıyordu. Ancak; ilk hüzün kokulu buz mavisi gülü getirdiği günü, o kış gününü biliyordu. İlk kavgayı, ilk yalanı yaşamış; O'nun kırmızı bir gül yerine getirdiği ilk hüzün kokulu buz mavisi gülü vazoya ıslatmıştı. Etrafına baktı. Görünmüyorlardı ama pek çok vazoda irili ufaklı hüzün kokulu buz mavisi güller vardı. Evde koyacak yer kalmamıştı.
Maviyi seviyordu. Buzun mavisini bile. Çöl sıcaklığında buz çok önemliydi belki. Ama kışın yağan karlar arasında yalnız bir yürek, buz mavisi güllerin arasında üşüyordu.
—“Üşümek istemiyorum" dedi O'na. "Hüzün kokulu buz mavisi gülleri de istemiyorum. Bir kırmızı gül, yalnızca bir kırmızı gül; yani aşkını ve sevgini istiyorum."
O'nun gözlerinde umutsuzluğu, çaresizliği gördüğünde; söylenecek, yapılacak bir şey olmadığını anladı. O'nu ve içinde hüzün kokulu buz mavisi güllerle dolu evi terk etti.
Onu özlemek, ama görememek ve sarılamamak; sevmek ama söyleyememek ne zordu. Ateşe atılmış gibi yanıyor, buz denizindeymiş gibi üşüyordu. Sanki içinde bir şeyler yıkılıp, kırılmıştı. Bazen ölmenin güzel olabileceğini de düşündü. Gelgitlerle savrulurken; O'nun ayrılık acısını içinde duymadan, göz açıp kapayıncaya kadar ihaneti ile evlendiğini öğrendi.
Aylar sonra gece yarısı çalan telefonlarla uyandı. Öbür ucunda hep O vardı. Sevdiğini söylüyordu. Özlediğini ve beklediğini de. Şaşırmadı. O şimdi bir başka kadının ellerine hüzün kokulu buz mavisi güller bırakıyordu.
—“Sana gelemem,
Gel de diyemem.
Yaydan çıkmış ok,
Söylenmiş söz,
Dökülmüş su gibisin.
Benim için geçmiştesin.
Hem....
Şimdi gelemezsin.
Gelsen de;
Kırılmış,
Bin parçaya ayrılmış yüreğimi onaramazsın.
Görünmez iplerle bağlanmış bağlarını çözemezsin.
Çözsen de izlerini silemezsin.
Geçmişte kal sevgili." Dedi. Kendisini ağır bir hastalıktan kalkmış, uzun süren bir esaretten kurtulmuş gibi iyi ve özgür hissetti. Şimdi yaşamak, coşmak ve insan olmayı hissetmek zamanıydı.

Nevin Ergençiçeği

Hiç yorum yok: